KAYIT OL
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Eski Türklerde İstihbaratçılık

Aşağa gitmek

Eski Türklerde İstihbaratçılık  Empty Eski Türklerde İstihbaratçılık

Mesaj  Sercan Usta Salı Ağus. 31, 2010 12:40 am

Eski Türklerde ve Selçuklularda İstihbaratçılık


Bir devlet
için istihbarat ve istihbarat teşkilatları son derece önemlidir. Türk
istihbaratçılığının gelişimini ortaya koymadan önce istihbarat nedir
sorusunun cevabını vermek lazımdır. Lügat manası “bir kimse, bir şey
hakkında toplanan bilgi, haber veya haberler, duyulan şeyler, haber
alma”şeklindedir. Ancak istilahi manası veya bugün teknik olarak
kullanılan anlamı farklıdır. Buna göre “istihbarat haberlerin işlenmesi
sonucu üretilen bir ürün veya bilgidir. Bir başka ifade ile istihbarat,
planlama, araştırma, deliller toplama, çeşitli akli ve tecrübi, ilmi
metotlar ile onları değerlendirip bir sonuç elde edip kullanma
faaliyetlerini içine alır.” veya “İstihbarat yabancı bir ülkenin bir
veya birden fazla yönüne ait sağlanabilmiş bilgilerin bir araya
toplanması, kıymetlendirilmesi, birleştirilmesi tahlil ve yorumunun
sonucu elde edilen hasıladır.” Bazen “haber alma” istihbarat kavramı ile
eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ancak bu ifade istihbarat kavramını
yukarıdaki tarifler de dikkate alındığında, açıklamaktan çok uzaktır.
Haber istihbaratın sadece bir malzemesidir. Zira istihbarat merkezine
ulaştırılan haberler kaynağın güvenilirliği ve muhteva yönünden
kıymetlendirilirler. İstihbarat faaliyetini besleyen haberlerin büyük
bir kısmı günümüzde açık kaynaklardan elde edilir. Zaman, zaman
istihbarat ile casusluk da birbirinin yerine kullanılmaktadır. Casusluk
istihbarat faaliyetlerinde ihtiyaç duyulacak bazı özel malumatı elde
etmek üzere gizli ve korunan kaynaklara ulaşmak için başvurulan yoldur.
Bu faaliyet sonucu elde edilecek haberler istihbarat faaliyetini
besleyen malzemenin çok az bir kısmını teşkil eder. Yani casusluk
istihbarat faaliyetinin geniş kapsamı içinde küçük bir yer tutar.

Geleceği
görebilmek, muhtemel sorunlar hakkında önceden bilgi sahibi olmak,
olayların perde arkasına uzanabilmek, ancak sağlıklı istihbarat üretimi
ile mümkün olabilir. Tarih boyunca istihbaratın lüzumu üzerinde bir çok
devlet adamı ve asker kişiler durmuşlardır. Nitekim günümüzden 2500 sene
evvel yaşayan Çin’li bilge Sun-Tzu “..istihbarat savaşın en önemli
unsurudur. Çünkü ordunun kazanması, sağlam bilgiler almasına
bağlıdır...Bu yüzden ordunun iyi işleyen beyinlerinden casusluk amacıyla
yararlanmak ve onlar aracılığı ile önemli sonuçlar elde etmek, ancak
akıllı bir devlet adamının, ileri görüşlü bir generalin başarabileceği
şeydir.” der. 19. yüzyıl Fransız devlet adamı ve büyük asker Napolyon’da
yüzyıllar sonra Sun-Tzu’yu teyit eder mahiyette istihbarat ve
istihbaratçının önemini “bir casus yerinde ve zamanında, cephedeki
binlerce askere denktir” “İnanın bana, savaşların sonuçları
incelendiğinde topçunun, süvarinin, piyadenin kahramanlıkları,
casusların şu göze görünmez, lanetli ordusu yanında hiç kalır!”
sözleriyle gayet veciz bir şekilde açıklamıştır. Daha sonraki kuşaktan
olan meşhur istihbaratçı Gehlen ise, Adenaur’a vermiş olduğu bir
muhtırada istihbarat servisinin önemini “bağımsız bir ulusun siyasal
davranışlarının dayandığı materyallerin en önemli kaynaklarından biri
istihbarat servisidir” şeklinde açıklamaktadır.

Tarihin
en eski devirlerinde, en küçük insan topluluklarında bile istihbarat
işi vardır. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak basitten karmaşığa
doğru istihbarat elde etmede ve bu işi yapan teşkilatlarda da büyük
gelişmeler olmuştur. Son yüzyıllarda savaşın anlamı çok genişlemiştir.
Dolayısıyla istihbaratın manası da genişlemiş, yani istihbarat
toplanması gereken alanlar da çoğalmıştır. Devletlerin siyasi, askeri,
ekonomik, teknolojik, stratejik, iç ve dış güvenliğe yönelik istihbarata
ihtiyaçları vardır. Bu işi yapacak ve ülkenin istifadesine sunacak
istihbarat teşkilatına sahip olmak da kaçınılmaz bir zarurettir.
Kuvvetli bir istihbarat teşkilatı bir ülkenin, bir milletin gözü,
kulağı, doğru ve lüzumlu bilgi dağarcığıdır. XIX. Yüzyıla gelinceye
kadar konu daha çok askeri casusluk şeklinde anlaşılmış ve
uygulanmıştır. Casusluk anlamında istihbaratçılığın tarihi eski olmasına
rağmen bugünkü manada teşkilatlanması oldukça yenidir.


1) Eski Türklerde İstihbaratçılık

Binlerce
yıllık Türk tarihinde kurulduğunu bildiğimiz büyük-küçük birçok devlet
veya imparatorluğun bağımsızlıklarını koruyabilmek için ismi ne olursa
olsun sonuçta istihbaratla uğraşan basit veya gelişmiş teşkilatlara
sahip oldukları muhakkaktır. Bütün milletlerde olduğu gibi Türklerde de
istihbarat ve istihbaratçılarla ilgili kavramlara rastlamaktayız.
Türkler devletlerinin temel düzenini yıkmaya, devleti ortadan
kaldırmaya, milleti esir etmeye çalışan casuslara “çaşıt-çaşut”
derlerdi. İhbar işine ise “çaşutlama” derlerdi. Göktürk yazıtları ile
yazılmış Türkçe yazılarda haberci, için “sabçı” denmiştir. Türkler
devletler arasında gidip gelen kağan elçilerine şimdiki gibi “elçi”
derlerdi. Oğuzlar, aileler arasındaki elçi ve habercilere
“yazıkçı-salıkçı” derlerdi. Aynı zamanda bu katip demekti. Yine adi
haberci ve casuslara ise “körüg, tıl(dil), tıgrak” da derlerdi.
Türklerde “çabar, çapar” sözleri de kurye ve elçi demekti. Diğer
taraftan eski Türklerin “kılağuz” “yirçi” dedikleri kılavuzlar, devlet
ve ordu içinde çok önemli rol oynuyorlardı. Bu kişiler, çok gezmiş ve
çok görmüş kimselerdi. Ayrıca fevkalade askerlik bilgisi ile, idari
tecrübeye de sahip idiler. Askeri kılavuzlara “yi(e)zek” denirdi.

Casusluk
yapmadıkları sürece elçilere dokunulmazdı. Şüpheli hareketleri görülen
yabancı temsilciler hapse atılır veya ülkenin uzak bir yerinde belirli
bir zaman için, ikamete memur edilirdi. Bu durum elçilerin casusluk
faaliyetlerinde de bulunduklarının bir göstergesidir. Çinlilerin Hun ve
Göktürk İmparatorlukları içinde ve Bizans’ın Batı Hun imparatorluğu’nda
yoğun casusluk faaliyetleri görülmüştür. Bunlarla çok uğraşılmış, mesela
İmparator Rua, Hun topraklarında tacir, seyyah, oyuncu kisvesi altında,
halkı isyana kışkırtan Bizanslıların memlekete girmesini yasaklamış ve
bunu yaptığı antlaşmada bir madde olarak belirtmişti. Çinliler Türk
devletlerini çökertmek için bilhassa Türk hükümdar ailesi üyelerinin ve
idarecilerin aralarını açarak birbirlerine düşürmeğe büyük ehemmiyet
vermişlerdir. Yazılı antlaşmalara bile riayet etmeyen Bizans’ın iki
yüzlülüğü Türk Şad’ı tarafından elçilerinin yüzlerine vurulmuştu.
Sasaniler de hile ile Türk elçilerini öldürüyorlardı. Ruslar da aynı
şeyi yapıyorlardı. Çinliler antlaşmalara rağmen Hunları aldatmaya
çalışmışlardır. Hunlarda elçilere karşı sıkı tedbirler alındığını ve
hakanın yanına girerken, iyice arandığını biliyoruz. Bu durum, Hunların
Çin’in casusluk faaliyetlerine karşı tedbirli olduklarını
göstermektedir.

Eski Türkler dikkatli ol anlamına gelen
bir deyimle her an için, “sak” yani uyanık ve dikkatli olmak zorunda
idiler. Bugün de Anadolu’da “seh dur” tabiri vardır. Baskın ancak karşı
baskınla durdurulabilirdi. İşte bu sebeplerden dolayı boylar ve hatta
küçük aileler uyurken bile “kargu” yani gözcüler ile “yelme” denen
öncüler çıkarmak zorunda idiler. Türkler ülkelerini emniyette tutmak ve
ani baskınları önlemek üzere, etrafa gözcüler dikerler ve uygun yerlere,
erken haber almayı sağlayan, içinde daimi nöbetçilerin bulunduğu
Kargu-karguy- (ateş kuleleri) inşa ederlerdi.

Casusluğun
ilk örnekleri sayılabilecek “çaşıt”lar genellikle din adamları idi.
Bunlar ya Çin din adamları, ya da Hindistan da doğup büyüyen ve doğuya
doğru yayılan Buda dinine mensup din adamları idi. Bunların görevi Türk
topluluklarına kendi inançlarını benimsetmek, özellikle yöneticileri
elde ederek toplumda sarsıntılar yaratmak, sonra onu, için için eritip
yutmaktı. Çinli rahipler, Türkler arasına girer, seyyah gibi davranır,
bir yandan dinlerini yaymaya çalışırken, diğer yandan da Türk toplumunun
genel yaşayışı, gelenekleri, insanların birbirleri ile ilişkileri ve
güvenlik konularında bilgi toplarlardı. Daha sonra bunları “Seyahatname”
biçiminde düzenleyerek hükümdarlarına sunarlardı. Bu şekilde Çinlilerin
Hunlar arasına soktukları bilinen ilk seyyah ve casus Chang-Chien’dir.
Chang-Chien M.Ö. 138 yılında Hunlar arasında geziye çıkmış ve 13 yıl
dolaştıktan sonra topladığı bilgileri Çin hükümdarına rapor halinde
sunmuştur.

Daha sonraları Türklerin Hindistan, İran ve
Hıristiyan dünyası ile komşu olmaları üzerine yeni, yeni casuslarla
uğraşmak durumunda kaldıklarını görüyoruz. Batı Hunları Avrupa içlerine
kadar ilerleyince, Bizans ile Roma’dan elçi ve din adamı gibi özel
görevlerle Atilla’ya casuslar gönderilmiştir. Atilla’nın Roma üzerine
yürüyüşü sırasında birden bire savaşa ara vermesini, kesin sonuç
alınmadan savaşı bırakmasını, Papa’nın gönderdiği casuslar aracılığı ile
başardığını, Atilla’yı savaştan vazgeçirdiğini eski kaynaklar ifade
etmektedirler. Yine Atilla’nın çadırında kalan, onun özel hayatını
anlatan ve Hunlarla ilgili doğru bilgiler veren Bizans tarihçisi
Priskos’ta bu casuslardan birisi olsa gerektir.

Türk
tarihinde sürekli casusluk faaliyetlerine maruz kalan ve sonrada ortadan
kaldırılan devletlerden biri de Göktürklerdir. Ötüken’de 552-745
yılları arasında yaşayan bu devlet Çinlilerle komşudur. Göktürklerin
gelişmesi ve çevresindeki toprakları ele geçirmeye başlaması Çinlileri
ürkütmüştür. Çin hükümdarı iyi bir casus olan bakanlarından
Cang-Sun-Çing aracılığı ile Göktürk ülkesine casuslar sokmuş ve Kağan
ile yakınları arasına fitne sokarak aralarında kavga çıkartmıştır. Bu
kavga sonucu devlet 582 yılında ikiye ayrılmıştır.

Casusların
yıkıcı faaliyetlerine Göktürkler gibi Uygurlarda maruz kalıyordu.
Uygurlar içine giren bu casuslar dinî ve siyasi yönden toplumu sarsarak
parçalamaya çalışıyordu. Yalnız bu casuslar daha önceden olduğu gibi
sadece Çinli değildi. Aralarına Moğol, Kırgız, İranlı ve Müslümanlar da
katılmıştı. Hint ve İslam dünyasından gelenler misyoner-dinî amaçlı;
Kırgızlar ise tamamen siyasi amaçları için faaliyette bulunuyorlardı.
Uygurlardan başka batıya göç etmiş Türk kavimlerinden Avar, Bulgar ve
Macarlar da daha çok Hıristiyan casusların propagandalarına maruz
kalmışlardır. Papa’nın emrindeki bu casuslara bilahare Bizans casusları
da katılmıştır. Bizans casusları seyyah ve elçi kisvesinde görevlerini
yapmaktaydılar.

Yabancıların Türklere karşı
yürüttükleri casusluk faaliyetleri ile ilgili daha bir çok misal
bulunmaktadır. Ancak bu misalleri çoğaltarak daha fazla uzatmaya gerek
yoktur. Dikkat edilirse verilen misallerde daha çok yıkıcı-bölücü
istihbarat faaliyetlerine Türklerin maruz kaldığını görüyoruz.
Kaynaklarda geçen Çaşıt ve Çaşıtlama ve daha bazı casusluk ve
istihbarata ait kavramlardan, Türklerin de bu konularda bilgi sahibi
olduğunu çıkarıyoruz. Ancak eski Türklerin kendilerine karşı yapılan
casusluk faaliyetlerine nasıl bir karşılık verdiklerine dair pek bilgi
bulunamamıştır. Ortaçağda Karahanlı ve Gaznelilerle birlikte Türklerde
istihbarat ve istihbarat teşkilatları ile ilgili bilgilerimiz daha da
netleşmeye başlamaktadır. Özellikle Ortaçağın büyük bir bölümüne
damgasını vuran Büyük Selçuklu Devleti’nde ise istihbarat teşkilatı ve
istihbaratçılık ile ilgili kaynaklarda bir çok bilgi bulunmaktadır.


2) Selçuklularda İstihbaratçılık

Selçuklularda
daha önceki Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi istihbarat teşkilatına
sahiptir. O dönemin devlet adamları da milli menfaatlerin ve ülke
çıkarlarının korunabilmesi için istihbarat teşkilatına sahip olmanın
zaruretine inanmaktadırlar. Büyük Selçuklu Devletinin en önemli devlet
adamlarından Nizamülmülk bunların başında gelmektedir. Devlet yönetimi
ve siyaset bilimine dair önemli eseri “Siyasetname” de Nizamü’l-Mülk
devletin, istihbarat için adamlar göndermesinin gerekli olduğunu
yazmaktadır. Ona göre hükümdarın uzak, yakın ülkenin her tarafına
gönderilecek elemanlar aracılığı ile halkın ve ordunun durumunu sormak,
öğrenmek ve genel bir bilgi sahibi olmak mecburiyeti vardır. Ülkenin ve
halkın durumunu bilmek ve ona göre tedbirler almak
durumunda-mecburiyetinde-olan devlet başkanının bu işleri yapabilmesi
için mutlaka haberci (sahib-i haber)ye ihtiyacı vardır. Taşra
yönetiminin sultana karşı tutumları ve isyanlarına karşı istihbaratçı
görevlendirilmesi zaruridir. Nizamülmülk bu düşüncesini pekiştirmek için
de “.. cahiliyette ve İslam’da padişahların bütün şehirlerde hayır veya
şer olup-bitenden haberdar olan sahib-i beridi olmuştur” diyerek
tarihi, düşüncelerine şahit göstermiştir. Hatta bu hadiseye o kadar önem
vermektedir ki iyi bir hükümdar olmanın olmazsa olmaz şartı gibi
değerlendirmektedir. Zira, sahib-i haber ve münhi tayin etmek,
(padişahın) adalet, uyanıklık ve basiretindendir. Selçuklu döneminde
(XI-XIII. Yüzyıllarda) Nizamülmülk’ün dışında da devlet idaresine dair
eserler yazan en dindar, hatta tasavvuf akidelerine bağlı müelliflerin
bile memlekette olup biten her şeyi hükümdara bildirmekle mükellef bir
istihbarat teşkilatının lüzumunda müttefik olduklarını görüyoruz.


A) İstihbarat Teşkilatının Devlet Teşkilatındaki Yeri

Selçuklu
merkez teşkilatında yürütme organı olan “Büyük Divan” en önemli devlet
organıdır. Vezir-i azamın başkanlığında devlet işleri bu organ
tarafından hükümdar adına yürütülürdü. Bu divan, bugünkü bakanlıklara
tekabül eden divanlardan meydana gelirdi. Her divanın başında “Sahib-i
Divan” adını taşıyan bir bakan vardır. Bütün bu divan üyeleri bir araya
geldikleri zaman “Büyük Divan”ı oluşturmaktadırlar. Selçuklular idare
teşkilatını büyük ölçüde Samani ve Gaznelilerden almıştır. Ancak daha
önceki devletlerde merkez teşkilatında önemli bir yere sahip olan bazı
divanların Selçuklularda büyük divana dahil olmadığı görülmektedir.
Bunlar arasında en önemlilerinden biri de posta divanı olup, nazır veya
reisine “Sahib-i Berid” denilmektedir. Büyük divan üyesi olmamakla
beraber bu divana çok önem verildiğini görüyoruz. Zira “Sahib-i Berid”in
tayini bizzat hükümdar tarafından yapılmaktadır. Yine bu makama tayin
edilen kişilerin ekonomik ihtiyaçlarının azami ölçüde karşılandığı ve
kafi derecede maaş verildiği bilinmektedir. Ancak Selçuklu sultanları
arasında sadece Sultan Alparslan’ın devletin “posta ve istihbarat”
işlerine bakan “Divan-ı Berid”e çok önem vermemesi, özellikle istihbarat
kısmını büsbütün kaldırması o dönem devlet adamlarınca tenkit edilir.
Bununla birlikte Selçuklu devlet teşkilatının da bazı birimlerinin
dışında daha önceki geleneği devam ettirdiği görülmektedir.

Samaniler
devrine ait olduğu tahmin edilen bir eserde (Zafername) istihbarat
teşkilatı başkanı “Sahib-i Berid”in vasıfları şöyle sıralanmaktadır:

a)
Davaları dinleyip, hükmetmekle mükellef olduğu için bütün Şeri
meselelere vakıf, zahid, müttaki, alim ve salih olması
b) Her işi yeterince araştırması
c) Doğru sözlü olması
d) İyi huylu olması
e) Herkesin iyiliğini isteyen bir yapıda olması
f) Olayları arz ederken etraflı düşünmesi, yani ani karar vermemesi gereklidir.

Sultan
Alparslan zamanında Nizamülmülk’ün bütün ısrar ve telkinlerine rağmen
İstihbarat teşkilatına önem verilmediği, hatta kaldırıldığı
görülmektedir. Tarihi kaynakların müşterek ifadelerine göre casusluk ve
casuslardan nefret eden Sultan Alparslan bu divanın istihbarat kısmını
kaldırmıştır. Bir kaynakta bu konuda şunlar yazılıdır: “..Alparslan
Muhammed bin Davut tahta çıktı, Nizamülmülk haberciler nasb etmek
hususunu , Alparslan’a arz etti, Alparslan şöyle cevap verdi: habercinin
bize lüzumu yoktur, dünyanın her kıtasında (şehrinde) dostlarımızda,
düşmanlarımızda bulunur. Haberci bize bir haber getirdiği zaman kendinin
bir garezi varsa, dostu düşman, düşmanı dost suretinde gösterebilir.”
İstihbarat teşkilatı hakkındaki kanaatini bu şekilde ifade eden sultan
teşkilatı kaldırmıştır. Aslında Sultan günümüzde de üzerinde durulan çok
önemli bir meseleye parmak basmıştır. İstihbaratın sınırı, yani
İstihbarat hukukunu işaret etmiştir. O günün şartlarında bugünkü manada
bir istihbarat hukuku kavramı ve belirlenmiş uluslararası normlara dair
belgeler elimizde bulunmamaktadır. Ancak Sultan Alparslan’ın vezirine
söylediği sözlerden nereye kadar, nasıl, ne şekilde istihbarat yapılacak
ve bilgiler ne amaçla, niçin, ne şekilde kullanılacaktır meselesine
önem verdiğini anlamaktayız. İstihbarat elemanlarının yetkilerini
istismar edeceği noktasından meseleye yaklaşmaktadır. Aslında bu
endişesinde haksız da değildir. Selçuklu öncesi devletlerde de örneğine
çok rastlanan bu istismar konusunda titizlenmesinde bir devlet başkanı
olarak haklıdır. Ancak ortaya koyduğu çözüm şeklini doğru kabul etmek
mümkün değildir. Yetkili bir devlet başkanı olarak istihbaratçıların
görevlerini kötüye kullanmalarını önleyecek tedbirler alabilecek
durumdadır. Daha çok konuya ahlaki açıdan yaklaşmakta ve tecrübeli vezir
Nizamülmülk’ün tekliflerini reddetmektedir. Halbuki istihbarat
teşkilatı, teşkilat içi kontrolü yapmakta ve elemanları başka
istihbaratçılarla takibe almaktadır. Dolayısıyla Sultanın endişeleri
teşkilat tarafından da dikkate alınmaktadır. Selçuklu Devleti’nde
istihbarat teşkilatının en zayıf olduğu dönem hemen, hemen Sultan
Alparslan zamanıdır denilebilir. Büyük bir devlet adamı olduğunda şüphe
olamayan Sultanın, istihbarat teşkilatı konusunda gösterdiği bu zafiyet
kısa zamanda çeşitli olumsuzluklarla kendini gösterecektir. Mesela
Batıniler Selçuklu İmparatorluğu içinde gizli faaliyetlerde
bulunurlarken birden bire kuvvetli bir şekilde ortaya çıkacaklardır.
Daha sonra Nizamülmülk’ü faaliyetlerine engel olduğu için de
öldüreceklerdir. Teşkilatın kaldırılmasının aslında bir hata olduğu kısa
süre sonra görülecektir. O devrin tarihçileri bu durumun ortaya
çıkmasını Berid (istihbarat) teşkilatının kaldırılmasına
bağlamaktadırlar.

Günümüzde o dönem ile ilgili çalışan
araştırmacılar arasında Sultan Alparslan’dan sonra teşkilatın yeniden
canlandırılıp canlandırılmadığı konusunda görüş ayrılıkları vardır.
İbrahim Kafesoğlu, Sultan Alparslan tarafından kaldırılan “Berid
teşkilatının Nizamülmülk’ün bütün ısrarlarına rağmen Melikşah devrinde
yeniden kurulduğuna dair de kati deliller yoktur” diye yazmaktadır.
Ancak Fuad Köprülü bu kanaatte değildir. Köprülü “.. bu kadar kuvvetli
ve geniş bir imparatorluk idaresinde, merkezi idare ile vilayetler ve
büyük sultan arasında süratle muhabereyi temin edecek resmi posta
teşkilatının ve her türlü istihbarat vasıtalarının bulunmamasına asla
ihtimal verilemez” demekte ve Melikşah, Sultan Sancar zamanından bazı
örneklerle düşüncesini pekiştirmektedir. Mehmet Altay Köymen’de
Kafesoğlu’nun aksi kanaattedir. Köymen “mamafih, Melikşah zamanında
istihbarat ve devlet posta teşkilatının tekrar faaliyete geçtiği
anlaşılıyor” diyerek bazı örneklerde vermektedir. O da Köprülü gibi
düşünmektedir. Gerçekten de her ne kadar Sultan Alparslan casusluk ve
casuslardan hoşlanmadığı için teşkilatı kaldırmışsa da, bu durum daha
sonraki dönemlerde hiçbir suretle resmi posta teşkilatının ve menzil
tertibatının bozulduğunu göstermez.


B) İstihbarat Teşkilatı, Kaynakları ve Usulleri

Eskiden
beri kervancılar vasıtasıyla elde edilen haberlerin Selçuklular
zamanında bizzat devlet eli ile yürütüldüğü görülmektedir. Divan-ı
Berid’in vilayetlerde “Sahib-i Haber” denilen memurları vardı.
Memleketin her tarafından haber getirmek üzere “Peyk”ler yani piyade
“Sai”ler istihdam edilirdi. Peyklerin Nakip ismi verilen tımar sahibi
amirleri vardı.

Raporlar derviş veya satıcı kılığındaki
Sailerle gönderilirdi. Gizliliğe son derece riayet edilirdi. İstihbarat
elemanının yakalanması halinde raporların düşman eline geçmesini
önlemek için bir takım usullere baş vurulmaktadır. Bilgiler bazen bir
mum içine veya bir asa arasına yerleştirilmek suretiyle gizlenmektedir.
Haberler değişik usullerle gerekli yerlere ulaştırılırdı. Bu iş için at,
güvercin, bilhassa Suriye ve Irak taraflarında deve gibi hayvanlar
kullanılırdı.

İstihbarat teşkilatında görevli kişilere
“Münhi” de denilirdi. İstihbaratın en önemli unsurlarından olan
güvenilir haberleşmenin düzenli ve hızlı yapılabilmesi için yollar
üzerinde karakollar ve daimi kontrolü gerektiren yerlerde kontroller
için ribatlar kurulurdu. Nizamülmülk’e göre büyük yolların mühim
noktalarında ribatlar yapmak hükümdarların başlıca vazifelerindendir.
Stratejik mevkilerde kurulan ve haberleşmede önemli rol oynayacak olan
bu ribatlar aynı zamanda askeri amaçlı olarak ta kullanılmaktadır.
Ordunun herhangi bir seferde yiyecek sıkıntısı çekmemesi ve
ihtiyaçlarından dolayı halka eziyet etmemesi için menziller çevresindeki
arazinin devletleştirilmesi uygun görülmektedir. Böylece elde edilen
mahsul ribatlarda ve çevresindeki köylerdeki ambarlarda saklanmalıdır.
Düşmanın durumu ile alakalı bilgi toplamada başka unsurlardan da
yararlanılmaktadır. Ateş kuleleri ve davul çalmak bunlar arasındadır.
Düşman hücumu karşısında ateş kuleleri ile uzaklara haber verildiği
gibi, civardaki ahaliye de davullarla tehlike işareti veriliyordu.
Bundan sonra herkes ribatlarda toplanıyor, müdafaa için hazırlıklar
yapılıyordu.

İşlek yollar üzerinde kurulan bu
merkezlere elli fersah mesafedeki yerlerden haber toplamak üzere belli
ücret mukabili peykler tayin edilirdi. Böylece günlük olarak ülkenin her
tarafından haber sağlanmış olurdu. Teşkilat gizli ve açık istihbarat
ile bilhassa meşgul olmaktadır.


C) İstihbarat Elemanlarının Vasıfları ve Görevleri

Nizamülmülk
devlet için istihbaratın yapılmasını ve bu amaçla eleman
görevlendirilmesini istemektedir. Ona göre “bu iş çok nazik ve çok üstün
bir iştir. İstihbarat haklarında şüphe bulunmayan kimselerin eline,
diline ve kalemine bırakılmalıdır. Zira memleketin salaha kavuşması ve
fesada uğraması onlara bağlıdır.” İstihbarat işlerini yapacak
elemanların gelişi güzel seçilmeyip, birtakım ahlaki faziletlere sahip
olmaları gerektiği o devrin eserlerinde belirtilmektedir. Ancak teşkilat
elemanlarının suiistimallerine karşı tedbirler alınmasını da tavsiye
etmektedirler. Bunun önüne geçmek için istihbarat elemanlarının da başka
elemanlar aracılığı ile kontrollerinin gerekliliği şarttır. Bütün bu
tedbirlere rağmen bazı istihbarat elemanlarının kendi maddi
menfaatlerini temin etmekten başka bir şey düşünmedikleri
anlaşılmaktadır. Başka yollardan gönderilen hususi mektuplarla herhangi
bir olayın çarpıtılması, saklanması mümkün olmadığı halde bu tip
memurların zaman, zaman merkezi yalan haberlerle oyalamaya çalıştıkları
görülmektedir.

İstihbarat elemanlarının görevlerini
yaparken şüphe çekmemek için hangi iş, sanat, meslek erbabı olarak
hareket ederek gizliliği sağlayacakları da belirtilmektedir.
İstihbaratçılar tüccar, seyyah, sufi, derviş, satıcı, eczacı, elçi vs.
kılığında ülkenin çeşitli yerlerine giderek olan biteni hükümdara
bildireceklerdir.

İstihbarat teşkilatı ve
elemanlarının oldukça geniş görevleri vardır. İç istihbarat görevi,
kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla bu teşkilata yüklenmiş durumdadır.
Ülkenin her tarafındaki kumandanların, valilerin, kadılar ve maliye
memurlarının hal ve hareketlerini takip etmektedirler. Yine bu
görevlilerin hükümdara karşı besledikleri niyetlerini tetkik ederek en
kısa zamanda merkeze bildirmektedirler. Resmi teftiş vazifelerinden
başka sultanın hususi casusluğu görevini de ifa etmektedirler. Melikşah
ve Nizamü’lmülk’ün hususi casuslar kullandıkları bilinmektedir. Mesela
Sultan Melikşah’a oğlu Davud’un ölümü esnasında içki ve eğlence
tertipleyen İbn Behmenyar’ı , Sahib-i Berid bildirmiştir. Yine Sultan
Sancar’ın Edib Sabir’i casusluk amacı ile Harezm’e yolladığı ve onun
gönderdiği bir resim sayesinde aleyhinde hazırlanan bir suikasttan
kurtulduğu bilinmektedir.

Sultanın istihbarat teşkilatı
mensuplarını resmi görevleri dışında hususi maksatları için
kullandığını yukarıda belirtmiştik. Ayrıca özel istihbarat için
başkalarını da görevlendirdiğini görüyoruz. Özellikle saray çevresindeki
devlet adamlarını, bilhassa vezirin hal ve harekatını kontrol için bir
takım insanları kullandığı bilinmektedir. Bunlar arasında saray
hizmetkarlarının, gözdelerin ve şarkıcıların istihbarat toplamak
gayesiyle görevlendirildiklerinde hiç şüphe yoktur.

İdari,
mali büyük yolsuzluklar yapanlarla, kötü niyet besleyen askeri ve idari
amirler, istihbarat memurlarının durumlarını merkeze bildirmelerini
önlemek istemektedirler. Çeşitli usullerle istihbaratçıları kandırmaya
çalışmaktadırlar. Bir kısım valilerin istihbarat elemanlarının
raporlarını kontrol etmek istedikleri, hatta raporları kendi istekleri
doğrultusunda yazdırmak istedikleri görülmektedir. İstihbarat teşkilatı
bu tarz olaylarla karşılaşıldığında ne yapacağını gayet iyi tespit
etmiştir. Mahalli idarecilerle arayı açmamak için onların istekleri
doğrultusunda raporlarını göndermektedirler. Ancak hemen aynı hadise ile
ilgili asıl gizli raporlarını yine emirlerindeki gizli adamları
aracılığı ile merkeze gönderirlerdi. Onun için böyle durumlarda merkezi
idare veya hükümdar ile memur arasında evvelce kararlaştırılmış özel bir
işaret yoksa gelen rapora itimat edilmezdi. Hatta gelen rapor
istihbarat elemanının el yazısı ile yazılmış ve mührü ile mühürlenmiş
olsa bile buna güvenilmezdi. Seyyar satıcı veya serseri bir derviş
kılığında merkeze ulaşan asıl elemanın getirdiği rapora göre hareket
edilirdi. Bağımsızlık sevdasına düşen ve isyan etmek isteyen valiler,
derhal istihbarat elemanının vazifesine son verir ve merkezle olan resmi
irtibatı kesme yoluna giderdi. Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde görülen
bu uygulamaların ve görülen noksanlıkların aynı devlet teşkilatını
hemen, hemen devam ettiren Büyük Selçuklularda da görüldüğünü
söyleyebiliriz.


D) Askeri, Stratejik ve Dış İstihbarat

Nizamülmülk
dış istihbarat ile askeri ve stratejik istihbarat görevini elçilere
yüklemektedir. O hükümdarların birbirlerine elçi göndermelerinden
maksadın, sadece haber ulaştırmak veya mektup göndermekten ibaret
olmadığını belirtmektedir. Elçiler görünen resmi görevlerinin dışında
bir çok gizli vazifeleri yerine getirmekle mükelleftirler. Onlar ülke
için önemli olan stratejik ve askeri istihbarat yapmak durumundadırlar.
Bunun için yolların, boğazların, suların, otlakların durumunun nasıl
olduğunu tespit edeceklerdir. Yani ordunun herhangi bir sefer esnasında
yollar ve boğazlardan kolaylıkla geçip geçemeyeceği; o günün şartlarında
ordu için stratejik bir madde olan otun nerelerde bulunup, bulunmadığı
gibi hususlarda istihbarat yapacaklardır. Yine asker sayısının tespiti,
alet ve teçhizatın miktar ve mükemmelliğini de istihbar edeceklerdir.
Hedef ülkenin yönetimi ve yöneticileri ile memurları hakkında bilgi
toplayacaklardır. Günümüzde de istihbaratçıların çok önem verdikleri
biyografik istihbarat yapılarak, kim oldukları, karakterleri,
şahsiyetleri hakkında sağlam bilgiler elde edeceklerdir. Ortaçağda ülke
yönetiminde ve komşular arası ilişkilerde hemen, hemen tek ve mutlak
belirleyici olan hükümdarın her bakımdan tahlili yapılacaktır. Kişilik
tahlili bunların başında gelmektedir. Hükümdarın sofrasının, meclisinin,
sarayının, oturuş ve kalkışının nasıl olduğu dikkatle gözlenecektir.
Huy ve tabiatı, bahşiş verişi, çalışması, çehresi ve işi hakkında bilgi
toplanacaktır. Halkı ve ülkesi ile ilişkileri incelenecektir. Bu
meyanda, zalim mi, adil mi; ülkesi mamur mu, harap mı; ordusu
kendisinden hoşnut mu, değil mi, halk zengin mi, fakir mi
araştırılacaktır. Yine hasis mi, cömert mi, devlet işlerinde uyanık mı,
gafil mi, dindar mı, doğru(dürüst)mu, yoksa aksi mi, sevdiği sevmediği
şeyler nelerdir öğrenilecektir. Hükümdarın ve yanındaki devlet
adamlarının tahlili de önem arz etmektedir. Bu bakımdan elçiler,
hükümdarın kabiliyetli bir veziri , iş bilir, tecrübeli komutanları;
zarif ve liyakatli nedimleri var mı, yok mu tetkik edeceklerdir.
Hükümdarın kişiliğinin önemli bir göstergesi sayılan himmet ve şefkati,
ciddiyeti, açık, saçık boş sözlere, gulamlara veya kadınlara rağbet
edip, etmediği de elçilerin öğrenmeye çalıştıkları hususlardır.
Nizamülmülk elçilerin tespit ettiği bu bilgilerin ne maksatla
kullanılacağını da açıklamaktadır. Hedef ülke ve hükümdarı hakkında elde
edilen bu bilgiler, o hükümdarın ele geçirilmesi veya ona karşı
alınacak tavırlarda belirleyici rol oynayacaktır. Yani şahsiyeti, açık
ve noksan tarafları, ülkesinin ve yöneticilerinin durumu bilindiği için
ona karşı gerekli tedbirleri almakta güçlük çekilmeyecektir. Bu yüzden
Selçuklu döneminde elçilere karşı çok dikkatli davranılmakta ve açık
verilmemeye azami gayret gösterilmektedir. Semerkand hükümdarı elçisi,
satranç oynadıktan sonra kazandığı bir yüzüğü sağ elinin parmaklarına
taktığı için Nizamülmülk’ün rafizi olduğu kanaatine varmıştır. Bu
kanaatini de hükümdarı Şemsu’l–mülk’e Selçukluların bir zafiyeti olarak
anlatmıştır. Nizamülmülk hem Semerkandlıların Selçuklular hakkındaki
düşüncelerini öğrenmek; hem de Sultan Alparslan’ın karşı tarafa
gönderdiği elçisini takip etmek için özel olarak gönderdiği elçisi
(ajanı) Danişmend Eşter’den bu bilgileri alınca çok korkmuştur. Zira
elçinin anlattıklarını Sultan Alparslan duyarsa kendisini
öldürteceğinden endişe etmiştir. Bu haberin sultan tarafından
duyulmaması için çok paralar harcamıştır. Bu amaçla 30.000 dinar kadar
bir parayı ihsan olarak, hilat ve hatta maaş olarak karşı tarafa
vermiştir. Bu olayda dikkati çeken bir başka husus vezirin, sultanın
elçisini dolayısıyla sultanı kontrol altında tutmak istemesidir. Vezirin
Sultana getirilecek bilgilerin tamamından haberdar olmak ve sultan
karşısında karşı taraf hakkında eksik bilgi sahibi olarak zor duruma
düşmemek istediği açıktır.

(Türklerde Kültür-Medeniyet \\ Türklerde Askerlik \\ İncelemeler \\ Eski Türklerde ve Selçuklularda İstihbaratçılık)
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz