KAYIT OL
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:14 pm

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
S.A Değerli Abilerim kardeşlerim...


Ne
yazıkki Üstad Bediüzzaman’ı yanlış tanıyan çok kişi bulunmakta.Amacımız
doğru bilgileri paylaşıp aklında soru işareti olan karedşlerimiz
yardımcı olmak.Elbette her zaman siz değerli kardeşlerimizin yardımına
da ihtiyacımız var.
Konunun herkese yararlı olması temennisiye
....

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:14 pm

soru1.)
İnternet sitelerinde gezen ve asla Üstad Bediüzzaman’a ait olmayan şu cümle tamamen kuru bir iftiradan ibarettir.
“Birinci
Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit
sayılır, ahirette mükafatı vardır.” (Kastamonu Lahikası,s.45)


Elcevap.)İsteyen
herkes pek çok sitelerde yayınlanan Nur Külliyatlarına girip arama
motorlarıyla arama yapabilir. Görülecektir ki, ne Kastamonu Lahikasında
ne de başka bir kitapta asla ne böyle bir cümle ve ne de böyle bir konu
yoktur! Verilen Kastamonu Lahikası, 45 adresi de düpedüz bir
uydurmadır.

Değerli mümin kardeşlerimiz! Böyle bir çirkin
cümleyi kendinizin söyleyebileceğinizi düşünebiliyor musunuz? Yahut en
câhil bir insan dahi kendi memleketini işgale gelmiş bir düşmana şehid
der mi? Üstelik memleketimizi ateş içinde bırakmışlar, askerlerimizi,
çoluk çocuğumuzu katletmişler, memleketimizi büyük bir felakete
sürüklemişler. Hiç böyle cani düşmanlara azıcık şuuru bulunan bir insan
şehid der mi?
Demeyeceği apaçık bir gerçekken nasıl Üstad gibi;
1-
1. Dünya Savaşında doğuda gönüllü alay kumandanı olarak bütün
talebeleri ile harbe katılmış ve Ruslarla savaşmış, neredeyse bütün
talebeleri yanında şehid düşmüş ve sonunda Bitlisi’in Rusların eline
geçtiği 1916 Martında esir düşerek Rusyada 2,5 sene esaret hayatı
yaşamış,
2- ve esaret dönüşünde İstanbul’da yayınladığı Hutuvat-ı
Sitte adlı eseriyle İstanbul’u işgal eden İngilizler aleyhinde etkili
propagandalar yapmış ve “Tükürün İngiliz’in o hayasız yüzüne” ve “Ey köpeklerin en köpeğinden daha da köpekleşmiş köpek” diye düşmana haykırmış,
3-ve Anadolu’daki kurtuluş hareketini bütün kuvvetiyle desteklemiş,
4-
ve işgale karşı yaptığı büyük hizmetlerden dolayı Ankara’daki millet
meclisinin ısrarlı davetiyle Ankara’ya gelmiş ve mecliste hoş geldin
merasimi ile karşılanmış,
5- ayrıca bütün ömrü boyunca bu milletin dinine imanına büyük hizmetler yapmış,
6-çok kıymetli bir Kur’an tefsiri yazarak bütün İslam dünyasının takdirlerini kazanmış,
7-dine hizmet uğruna bütün ömrü hapislerde ve sürgünlerde geçmiş,
8-gizli din düşmanları tarafından yapılan zulümlerle ömür boyu rahat yüzü görmemiş,
9-ve memleketimizde bütün İslamî kesimler tarafından kahraman bir İslam alimi olarak kabul edilmiş,
10-ve
büyük dehası ve ilminde ulaştığı çok yüksek seviye sebebiyle daha çok
genç yaşta Bediüzzaman, “Zamanın harikası” olarak meşhur olmuş,
11-ve günümüzde bütün İslam dünyası tarafından takdir edilen ve hürmetle anılan,
12-hakkında uluslar arası sempozyumlar yapılan,
13- doktora tezlerine ve ilmi araştırmalara konu olan,
14-ve pek çok İslam alimleri tarafından asrının müceddidi (manen vazifeli bir alimi) olarak ilan edilen,
15-ve bütün hayatını sünnet-i seniye, İslam ahlakı ve İstikamet üzerine geçiren bir zat
hiç böyle saçma, mantıksız, gereksiz, millete ve dine ihanet olan bir sözü söyler mi?
Bir Müslümanın böyle bir iddiayı duyduğunda, Nur suresinde geçtiği gibi, “Hem
onu duyduğunuz zaman: “Bu hususta konuşmamız bize yakışmaz! Hâşâ! Bu
büyük bir iftirâdır!” demeniz gerekmez miydi?” (Nur Suresi, 16)
ayetinden ders alarak, “haşa bu büyük bir iftiradır”demesi gerekmez mi?
İftiracının hainliğine bakınız ki, Hz. Üstad’ın aynı kitaptaki gerçek
bir cümlesini, hem de baş tarafını hususen kırpıp iftirasının hemen
altına ekleyerek insanların zihninde, “bu Üstad’ın sözlerine benziyor
demek ki birinci cümleyi de o söylemiş” şüphesi uyandırmaya çalışıyor.
Şeytanı bile hayrette bırakacak bir fitne örneği sergiliyor.
Böyle din düşmanlarının fitne ve şerlerinden Allah’a sığınırız. Onları
bu dinin sahibi olan Allah’ın adaletine havale ediyor ve din
kardeşlerimize, yazılı her şeyin doğru anlamına gelmediğini
hatırlatıyor, böyle iftiralar karşısında müminler hakkında, hususen
İslam alimleri hakkında çabuk kalblerinin bozulmasına izin vermemelerini
tavsiye ediyoruz
.
“Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.” (Al-i İmran, 173)
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:15 pm

musab
kardeşim konunun bıkkınlık vermemesi adına böyle bir şey
düşündüm.Yönetici abilerimizden biri Konuya bir açıklık getirir inş.,

Şimdilik 2 soru veriyorum.Yönetici abilerime pm yolliyorum.Ona göre konuya devam edilecektir.
.................................................
soru2.)
Bediüzzaman’a göre bir Hristiyan şehit olur mu?
SORU:
Bediüzzaman, şirke girmemiş, fakat zulümle ölmüş Hıristiyanların bir
nevi şehid olduklarını söylemektedir ve Allah’ın Rahmeti’nin her şeyi
kuşattığını beyan etmektedir.
Yazarın bu sözü dindeki dört delile
[Kur’ana, sünnete, icmaya ve kıyas-ı fukahaya] aykırıdır. Şirke girmemiş
Hıristiyan = Müslüman bir kâfir anlamındadır. Kâfirse Müslüman denmez,
Müslümansa kâfir denmez. Bu söz, necasete [pisliğe], temiz necaset
demeye benzer. Yani temiz necaset denmez, temiz ise, o zaman necaset
değildir. Hıristiyan gayri müslimdir, kâfirdir. Her kâfir şirke
girmiştir. Şirke girmemiş olana gayri müslim veya Hıristiyan denmez, o
Müslümandır. Şirke girerse kâfir olur. Bediüzzamanın bu cümlesi Ehl-i
Sünnet velcemaat anlayışına terstir.
El-Cevab:
Şimdi,
müsadenizle Bediüzzamandan alıntı yaptığınız, Kastamonu Lahikası 79.
sayfasındaki bu yazının tamamına bir göz atalım. Ona göre yorumlayalım:
(Gayet ehemmiyetlidir)
1.Şiddet-i
şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve
şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler,
helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.
(Yani,
Şefkatin şiddeti,bu kışın şiddeti ile birleşince,insanlara gelen
felaket ve musibetler karşısında, bu çaresiz ve mazlum insanların hali
rikkatime dokundu, beni üzdü.)
2.Birden ihtar edildi ki: Böyle
musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır
ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye,
mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor...
(Yani,Kalbe
gelen manevi bir ihtara istinaden anladımki, böyle musibetlere muhatab
kafir bile olsa, masum olmaları hasebiyle bir nevi şehit hükmüne
geçiyorlar...Şöyleki)
3.Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve
harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa’da Rusya’daki çoluk-çocuğa
acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm
şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:O musibet-i semâviyeden ve beşerin
zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden
ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa
olsun şehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o
musibeti hiçe indirir.
(Yani: Dünyadaki
savaşlardan ve vaziyetinde haberim yokken, Rusya’daki çoluk-çocuğa
acıdım. Zalim beşerin elinden (Lenin,Stalin, Hitler gibi) mazlum olarak
ölenler şayet 15 yaşın altında ise (yani baliğ değillerse) , hangi dinden olursa olsunlar Şehiddirler. Manevi mükafatları aynı Müslümanların ki gibi olur
.)
4.Onbeşinden
yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu
Cehennem’den kurtarır. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din
ve dîn-i Muhammedi’ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi
gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.Ebette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.)
mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında
bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler,
fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında
musibet çekiyorlar.
(Yani: 15 yaşın üstünde olanlar (akıl-baliğ
olanlar) da ise, şayet masum ve zulme uğramış iseler, belki bu onların
cehennemden kurtulmalarına vesile olur! Çünkü, madem
ahirzamanda bir fetret dönemi, yani Efendimiz (SAV) in dini olan
İslamiyete bir lakaytlık, bir cehalet, bir fakirlik ve bir nevi
güvenilirliği azalmış (İslam aleminin durumunu anlatıyor) ve madem
Ahirzamanda Hz.İsa (AS) mın Hakiki dini (Hz.İsa’ya inen o dönemdeki
İslamiyet ile kast edilen, Hristiyanlığın islama ınkılab etmesidir.
)
hüküm sürecek ve İslamiyet ile omuz omuza verecek (ateisme karşı
birlikte mücadele edecek) , elbette şimdi bir fetret dönemi gibi
karanlık bir dönemde Hz.İsa’ya mensub (Hz.İsa’ya peygamber olarak tabi
olan) hristiyanlarının mazlumlarının, özellikle ihtiyar ve
musibetzedelerin, fakir ve savunmasızların, diktatör büyük zalimlerin
zulümleri ve şiddet uygulamaları karşısında ölenlerin hükümleri bir nevi
şehitliktir denilebilinir!
SONUÇ:
Şimdi, bu paragraftan sizin yukarıda bahsettiğiniz anlam nerede, Bediüzzamanın kast ettiği anlam nerede?
Ehl-i
sünnet velcemaat anlayışına göre, (İmam-ı Eşariye göre) fetret
döneminde Allah inancı olan herkes cennete gidecektir! Bediüzzaman
Hazretleri, baliğ olmayanlar hakkında kesin şehitlerdir derken, baliğ
olanlar hakkında ise Hz.İsa’ya mensub, haksız yere zulme uğramış,
özellikle ihtiyar ve savunmasız ve fakir ve çaresiz olarak zulme maruz
kalmış insanlarında bir nevi şehit olabileceklerine hükmediyor!
Neden? Çünkü,
Ehl-i sünnet vel cemaat anlayışına göre Fetret dönemi insanlarının
şayet bir Yaratıcıya inancları varsa, inşAllah kurtulacağına
hükmetmektedir!

Yoksa, Allah’ a şirk koşan,
Hz.İsayı Allahın oğlu nitelendiren ve şirk koşan, İslamiyet hakkında
kendisine tebliğ yapılmış ve fetret mazuratına dahil olmayanlar hakkında
demiyor!
Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu Lahikasında
(79.Sayfasında) belirttiği Kafirlerin şehid olabileceği konusu hakkında
son bir anekdot aktarıyorumki, taki Bediüzzamanı yanlış anlamayasın!
Ehl-i Sünnet Velcemaat İmamlarına göre
1-) “Biz peygamber göndermedikten sonra azap edicilerden değiliz.” (İsrâ, 17/15) ayetine istinaden,
İmam
Maturidî ve taraftarlarına göre, kâinatta, her biri bir kitap binlerce
delil varken Allah’ı bilmeyen mâzur olamaz derler. Eş’arîler ise: “Biz
peygamber göndermeden azap edecek değiliz..” meâl-i âlîsiyle ifade
edilen âyete dayanarak, azaba müstahak olmanın, tebliği müteakip olacağı
hususunu esas alırlar.
Demek evvelâ uyarma, sonra mükellefiyet ve daha sonra da azap veya rahmet ile muhatab olunacaktır...
2-) Bir kimse hiçbir peygamber görmemiş ve fakat inkâr mesleğine girerek puta da tapmamışsa, ehl-i necâttır.
Zira, insanlar arasında öyleleri vardır ki, hiçbir terkip ve tahlil
kabiliyetine sahip olmadığı gibi, eşya ve hâdiselerin seyrinden de bir
mânâ çıkarması mümkün değildir. Binâenaleyh, böyle biri, evvelâ irşat
edilir, ondan sonra davranışlarına göre ceza veya mükâfat verilir.
3-) Ama bir
insan, küfrü meslek ittihaz ederek, onun felsefesini yapıyor ve bilerek
Allah’a karşı ilân-ı harp ediyorsa, o, dünyanın en ücra yerinde dahi
olsa, inkâr ve ilhadının cezasını görecektir
.
4-) Netice
olarak diyebiliriz ki: Allah’ın peygamber göndermediği boş bir kıt’a
olmadığı gibi, içinde peygamber gelmeyen uzun bir fetret devri de mevcut
değildir. Hemen her devrin insanı, az-çok bir nebînin estirdiği
meltemden nasibini almış gibidir. Peygamberlerin adının tamamen
unutulduğu ve eserlerini zamanın aşındırdığı yerlerde ise, ikinci bir
peygamber gönderilinceye kadar, o devre “fetret devri” denmiş ve o
devrin insanlarının azaptan bağışlanacağı ifade edilmiştir. Elverir ki,
bilerek ve şuurlu olarak inkâr-ı ulûhiyete sapılmasın.
5-) Baliğ
olmayan Kafir bir çocuk, mesul olmadığından küfür üzerine ölse bile
ehl-i necattır ve inşAllah kurtulur! (Her şeyin doğrusunu ilmiyle eşyayı
muhît olan Allah bilir
.)
Şimdi yukarıdaki zaviyeleri göz öününde tutarsan:
Kominist
rejim altında, Lenin ve Mao dikta rejiminde, İslamiyeti duymamış ve
kendilerine tebliğ yapılmamış Kafir, hristiyan veya yahudi, İmamı-
Eşariye görte inşAllah kurtulur! İmamı Maturide ise en azından bir
yaratıcıya inanması gerektiğini belirterek, Kafirleri bu sıralama
dışında tutar!
Dolaysıyla, Bediüzaman Hazretlerinin 15
yaşından altındakilerin (baliğ olmadıklarından) ehl-i necat, 15 yaşın
üstündeki Hristiyanların masum olmları ve zulme uğramaları halinde, bir
yaratıcıya inandıklarından dolayı inşAllah cehennemde kurtulur yaklaşımı
Ehl-i sünnet vel cemaat anlayışı perspektifindedir.
Bunun aksini iddai etmek, hem dinimize hemde ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayışına terstir!,
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:15 pm

soru3:)Kainata
her zaman manayı harfi cihetinden mi bakmalıyız, manayı ismi olarak
bakmazsak, ilim-fen nasıl gelişir? Bu bakış, ilmin ve fennin gelişmesine
mani olmaz mı?
Elcevap:)Evvela, kainata ve olaylara manay-ı harfi, yani Allah’ın bir eseri, bir sanatı olarak bakmak, katiyen gelişmeye ve bilime zıt bir durum değildir. Tam aksine bu bakış açısı insanı bilime ve tekniğe teşvik eden manevi bir dinamiktir. Zira bilim Allah’ın eser ve sanatlarını inceleyen ve ondaki latif ve gizli noktaları açığa çıkaran bir araçtır.
Bu sebeple bilim ne kadar terakki ederse o kadar Allah’ın sanat ve
eserlerine hizmet etmiş, Allah’ın isim ve sıfatlarını insanlığa ilan ve
izhar etmiş olur.
İkincisi,
her bir fen Allah’ın bir ismine dayandığı için, bir cihetle her bir fen
Allah’ın bir isminin talim edildiği bir mektep ve fakülte gibidir. Öyle
ise fen ilimleri ne kadar terakki ve tekemmül ederse o nispette
dayandığı isme hizmet etmiş olur.
Mesela,
tıp ilmi Allah’ın Şafi ismine bakan ve dayanan bir mektep ve fakülte
gibidir. Ne kadar gelişse o kadar Şafi ismine hizmet etmiş olur.
Üçüncüsü,
manay-ı harfi ve ismi tabirleri insanın kalp ve akıl dünyasına ait
kavramlardır. Bilimsel metotların alanına girmiyor ki, onunla rakip ya
da hasım olsun. Bir doktor, hastasını incelerken, şu
ayette şu tahlil; bu hadiste bu teşhis var demiyor, tıbbın kurallarına
göre hareket ediyor. Manay-ı harfi ile bakan doktorun buradaki tek
farkı, bilimsel verileri ayetin manevi verileri ile birleştirip tefekkür
etmesidir
. Yoksa bilimsel verileri bir kenara atıp tamamen ayetle meşgul olmak demek değildir.
Dördüncüsü, "bilim ve din çatışır" fikri tamamen köhnemiş pozitivist bilim felsefesinin tezidir.
İslam inancı hiçbir zaman bilime ve bilim adamına ters ve menfi
bakmamıştır. Tam aksine bilime ve bilim adamına dailik edip (onu
koruyup/destekleyip) teşvik etmiştir.
Ama
(tahrif edilmiş) Hristiyan teolojisinde skolastik bir anlayış hakim
olduğu için, bilimi ve bilim adamını daima ezmiş ve engellemeye
çalışmıştır. Zaten pozitivist felsefe bu dogmacı Hristiyanlığa karşı bir
tepki olarak doğmuştur. Hristiyanlık ile İslam dinini aynı kefeye koymak ve sonrada "İslam da bilime menfi bakıyor" demek, tam bir cehalet ve vicdansızlık olur..(alıntı)
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:15 pm

soru4:)Risaleleri anlamak için nasıl okumalıyız? Elcevap:)Üstadımız zamanında, anlayamadığını ifade eden insanlara Üstadımızın cevabı “Risale-i Nur muallime ihtiyaç göstermez. Kendi kendisinin muallimi olur.” olmuştur. Onun için risaleleri iyi öğrenmenin en önemli yolu dikkatlice, devamlı ve çok okumaktır.
Yabancı dil eğitiminde geçerli olan pek çok prensip risalelerin öğrenilmesinde de geçerlidir.
Örneğin, yabancı dilde yazılmış bir kitap okunurken her bilinmeyen
kelimeye sözlükten bakılmaz. Zira, kitabın anlam bütünlüğü bozulur,
okuyucu sıkılır, kelimenin doğru anlamı sözlükten seçilemeyebilir
(dolayısıyla yanlış anlamlar öğrenilir) ve insanın hafıza kuvveti de
(bilimsel olarak da isbat edilmiştir) bir defada o kadar çok kelimeyi
ezberleyemez. Onun için öncelikle bilinmeyen bir
kelimenin anlamı sözün gelişinden tahmin edilmeye çalışılır ve ancak çok
sık geçiyor ve/veya anlama için çok önemli anahtar bir kelime ise
sözlüğe başvurulur
. Bu şekilde (sadece bir örnek olarak) 15-20 sayfada 1-2 çok önemli kelime öğrenilir. Risaleler de ilk okuma esnasında olabildiğince hızlı ve sözlüğe bakılmadan okunmalı,
böylece konuların geneline ve üsluba bir aşinalık oluşturulmalıdır.
Risalelerin bir yerinde izah edilen bir mesele farklı yönleriyle diğer
yerlerde de ele alınmakta, her bir müstakil bölüm diğer yerlerin
anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Onun için ilk okuyuşta hızlı (elbette
Üstadımızın tabiriyle gazete gibi değil) ve anlamadığımız yerlerin
üzerinde durmadan okunmalıdır. Üsluba ve konulara
alışmaya başladıktan sonra ikinci ve özellikle de üçüncü okuyuşlarda
anlaşılmayan yerler bir bilene sorulmalı, derslerde müzakere edilmeli ve
önemli kelimeler yavaş yavaş öğrenilmeli, bazı ayet ve hadis meallerine
de bakılmalıdır (
zaten şu anda bir çok baskıda kelimelerin anlamları ve ayet, hadis mealleri kitapların içinde mevcuttur). 4.
okuyuştan itibaren de kelime kelime, Üstad burada niye bu kelimeyi
kullanmış da şunu kullanmamış mantığıyla, anlaşılmadık yer bırakmamaya
çalışarak, hangi meselenin nerde nasıl izah edildiğini öğrenerek
okunmalıdır.


Hiçbir bilimsel konu bir defada tamamen anlaşılıp öğrenilemez.
Tekrarlar, farklı izahlar ve alıştırmalarla o konu iyice anlaşılıp
öğrenilmeye çalışılır. Risalelerde anlatılan mevzular da en ufağıyla
bütün küre-i arzı ve insanlığı, daha ötesiyle kainatı ve nihayetinde de
zamanlar ötesi ahireti, sonsuzluğu ve ebedi ve ezeli olan Rabbimizi
ilgilendirmektedir. Öyleyse “Ben bir defa tam okuyup tam anlayacağım” deme,
ilkokula başlayan bir öğrencinin bütün matematiği birden öğrenmek
istemesine benzetilebilir. Ayrıca, risalelerde geçen her bir mesele
madem imana aittir, öyleyse küçüğü büyüğü yoktur, ne kadar anlaşılsa
büyük kârdır. Mesela, bir bahçeye bir adam girse,
görse ki ağaçların dallarında yakutlar, pırlantalar var,asılmış. Benim
boyum hepsini koparmaya yetmiyor diyerek bahçeyi terketmek nasıl
divanece bir harekettir. Ve akıllı adam alt dallardaki mücevheratı
kopartıp boyunun büyümesini sabırla bekler
. Aynen öyle de,
risaleleri daha birinci okuyuşta niye çoğunu anlamıyorum deme biraz
sabırsızlık ve anladığımız kadarına kanaat göstermemek demektir. Sabırla
okuyan Allah’ın onun zihnini ve gönlünü o hakikatlere açacağını
görecektir.
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:16 pm

soru5:)ism-i âzam ne demektir?
Elcevap:)Âzam, “en büyük, en ulu, en azim” demektir. Buna göre, ism-i âzam, “Allah’ın, bütün esmâ-i hüsnanın mânâsını içinde toplayan ismi” demek olur. Hangi ismin ism-i âzam olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bu ismin gizli bırakılması, ism-i âzam olabileceği ihtimaliyle, bütün isimlerin zikredilmesini teşvik içindir.
Nur Külliyatında bu nokta nazara verilirken, Cuma günü duaların kabul
saatinin de bu hikmete binaen gizli kaldığına dikkat çekilir.

İsm-i
âzam’ın, zâtî isimlerden biri olma ihtimali daha kuvvetlidir. Zira,
ancak zâtî olan bir isim bütün isimleri içine alabilir. Zâtî isim denilince de akla öncelikle Allah ismi gelir.
Bu ismin Kur’ân-ı Kerim’de en çok geçen isim olması, Kur’ân’ın hülasası
kabul edilen Fatihanın ve Fatihanın da hülasası olan besmelenin başında
yine bu ismin yer alması, onun ism-i azam olma ihtimalini
kuvvetlendirir. Bununla birlikte bu konuda yine de kesin konuşmak mümkün
değildir.

Nur Külliyatından şu cümle bu konuda bir yol göstericidir:

Lafza-i celâl, Zât-ı Akdes’e delalet eder; Zât-ı Akdes de, bütün sıfât-ı kemâliyeyi istilzam eder.” (İşarat-ül İ’caz
Dua ile...[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:16 pm

S.A Arkadaşlar/abiler devam edelim inş.soru6:)Mü’minin Mü’mine En İyi Duası Nasıl Olmalıdır?Bu Duanın Şartları Ve Edebi Ne Şekilde Olmalıdır?Gıyaben Dua Neden Önemlidir?
Elcevab:)
Esbab-ı
kabul dairesinde olmalı. Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur.
Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua
edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua
olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat
getirmeli
. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul
olur. Hem Bİ ZAHRİL GAYB yani ’gıyaben ona dua etmek’; hem hadîste ve
Kur’anda gelen me’sur dualarla dua etmek. Meselâ:

AllahUMME
İNİ ESELUKEL AFVE VEL AFİYETE Lİ VE LEHU FİDDİNİ VEDDÜNYA VEL AHİRE *
RABBENA ATİNA FİDDÜNYA HASENETEN VE FİL AHİRETİ HASENETEN VE KİNA
AZABENNAR.

gibi câmi’ dualarla dua etmek; hem
hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda,
bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki’-i mübarekede, hususan
mescidlerde; hem Cum’ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede,
hususan leyali-i meşhurede; hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua
etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’muldür
. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.

( Mektubat : 266 )

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:16 pm

soru7:)

Niçin, hiç olmayacak şeyler için dahi dua edilir?
Elcevab:)
O zat (A.S.m.)
umum ümmetinin saade-tiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her
ne-vi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibet-leriyle
endişedardır. İşte, kendi hakkında merâ-tib-i saadet ve kemâlât hadsiz
olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz
envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı şekavetlerinden
müteessir olan bir zat, elbette hadsiz salâvat ve dua ve rahmete
lâ-yıktır ve muhtaçtır.
Eğer desen: Bazen kati olacak işler için dua
edilir: meselâ husuf ve küsuf namazındaki dua gi-bi. Hem Bazen hiç
olmayacak şeyler için dua edi-lir.
Elcevap: Başka Sözlerde izah
edildiği gibi, dua bir ibadettir. Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile
ilân eder. Zâhirî maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duaiyenin
vakitleridir; hakikî faydala-rı değil. İbadetin faydası âhirete bakar.
Dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa, ’O dua kabul olmadı’ denilmez. Belki
’Daha duanın vakti bitmedi’ de-nilir.
Hem hiç
mümkün müdür ki, bütün ehl-i imanın bütün zamanlarda mütemadiyen kemâl-i
hulûs ve iştiyak ve dua ile istedikleri saadet-i ebediye onlara
verilmesin ve bütün kâinatın şehadetiyle hadsiz rahmeti bulunan o
Kerîm-i Mutlak, o Ra-hîm-i Mutlak, bütün onların o duasını kabul
etme-sin ve saadet-i ebediye vücut bulmasın?
Üçüncü Nükte
Dua-yı kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki ci-hetledir: Ya ayn-ı matlubu ile makbul olur; veya-hut daha evlâsı verilir.
Meselâ,
birisi kendine bir erkek evlât ister. Ce-nâb-ı Hak, Hazret-i Meryem
gibi bir kız evlâdını veriyor. ’Duası kabul olunmadı’ denilmez. ’Da-ha
evlâ bir surette kabul edildi’ denilir. Hem Bazen kendi dünyasının
saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. ’Duası
reddedildi’ de-nilmez. Belki, ’Daha enfâ bir surette kabul edil-di’
denilir, ve hâkezâ...
Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan iste-riz,
O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder.
Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık,
sıtması için sulfato verir. ’Tabip beni dinlemedi’ denilmez. Belki âh ü
fizârını dinledi, işitti, ce-vap da verdi, maksudun iyisini yerine
getirdi.

Mektubat, 291

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:16 pm

soru8:)Bediüzzaman neden hediye kabul etmezdi? Elcevab:)Said
Nursî, ilmin izzetini muhafaza etmek ve elmas hükmündeki hakikatları,
cam parçası seviyesine düşürmemek için, seksen küsur senelik ömrü
boyunca hediye almamış ve minnet altına girmek istememiştir.
Onun bu halini talebeleri şöyle anlatır: " Üstadımız
izzet-i ilmiyeyi muhafaza için eski zamandan beri en büyük reislere
tezellül etmedi. Hem halkların hediyesini kabûl etmiyordu
."
Halkın zekât ve sadakasını bile kabul etmezdi. Bu davranışıyla "Ehl-i
ilmi, ilmi vâsıta-ı cer etmekle ittiham edenleri"23 fiilen tekzip
ederdi. Onun için, kanaat, iktisat ve bereket-i İlahiyye en büyük hazine
idi, halkın malını almakla bu hazinenin kapısını kapatmak istemem
derdi.
Said Nursî’nin, konuyla ilgili yüzlerce hatırasından bir tanesini nakl etmekle iktifa edeceğiz."Mühim
bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim.
"İstanbul’dan senin için getirdim beni kırma" dedi kabul ettim. Fakat
iki kat fiatını verdim.
Dedi: "Ne için böyle yapıyorsun hikmeti nedir?"Dedim: "Benden
aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin
menfaatin için, menfaatimi terk ediyorum. Çünkü; dünyaya tenezzül etmez,
tema ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz,
tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas
kıymetinde ise; sadaka almaya mecbur olmuş, ehl-i servete tasannua
muztar kalmış, tama’ zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka
verenlere hoş görünmek için riyakarlığa temâyül etmiş âhiret meyvelerini
dünyada yemeye cevaz göstermiş, bir üstaddan alınan aynı ders-i
hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner
".
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}  Empty Geri: Sorularla Bediüzzaman Ve Risale-İ Nur{2}

Mesaj  Sercan Usta Perş. Ağus. 26, 2010 8:17 pm

Risalelerde; Çanakkale Savaşı’nda ölen Anzaklı Hristiyanların şehid olacağı şeklinde bilgi geçiyor mu?


Öncelikli
olarak böyle bir ibare Risale-i Nurlarda geçmiyor. Bunu iddia edenler
anlaşılan kulaktan duyma, yarım yamalak bilgiler ile hareket ediyorlar.

Risale-i Nurlarda geçen ibare şu şekildedir:

"Âhirzamanda
madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm.) bir lakaytlık
perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda hazret-i İsa’nın din-i hakikîsi
hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi
karanlıkta kalan ve hazret-i İsa’ya mensup Hıristiyanların mazlumlarının
çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.”
(1)

İslam’a
göre din ve dinin kaynaklarını duymamış, görmemiş ve bilmemiş bir
kimse, dinen mesul değildir. Yani İslam’ı tahkik edip değerlendirecek
imkanı olmayan her insan ehli necattır ve cennete gider. İkinci Dünya Savaşı[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]nda,
demir perde denilen komünist rejimin izolesi ve baskısı altında zulüm
çeken çaresiz ve habersiz Hristiyanlar hakkında yapılan özel bir
değerlendirmedir. Üstelik umumi ve genel bir hüküm irad etmiyor.

Bu hükmünü de ayet ve ehlisünnetin şu hükümleri ile teyit ediyor:

“Fakat zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً
sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki
hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eşarîce; küfre
de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü
teklif-i ilâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrur
eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini
setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap
görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”
(2)

Bunun
gibi özel durumlarda olan bazı mazlum Hristiyanlar cennete
gidebilirler. Bu Üstad’ın değil, bütün ehlisünnet alimlerin ortak
görüşüdür. Bunun dışında kalan ehlikitap ebedi olarak cehennemliktir.
Risale-i Nurlar bütün ehlikitabı cennetlik olarak görmüyor, bazı art
niyetli cahiller bunu kasti olarak; "Nurcular ehli kitabı cennetlik
olarak görüyorlar" deyip, avam insanları ifsat ediyorlar. Halbuki
Risale-i Nur noktası noktasına ehlisünnet çizgisinde olan bir meslektir.
Nurcular hiçbir zaman İslam’ın ortak aklı olan ehlisünnete muhalefet
etmemiştir ve etmez de.

(1) bk. Kastamonu Lâhikası. (76. Mektup)

(2) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Sekizinci Mesele.
Sercan Usta
Sercan Usta
Administratör
Administratör

Mesaj Sayısı : 222
Kayıt tarihi : 26/08/10
Yaş : 34
Nerden : İstanbuL

http://sercanustq.tr.gg/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz